Blog Vakti
.
.
Nesne, olgu ve olaylar üzerine birkaç cümle israf etmek istiyorum. 
Fark ettiğim bir şey var, iletişim kurmaya çalışırken belli kalıpları kullanarak iletişiyoruz. Bu sosyal klişe kalıpları, ortaokulda herkese aynı üniformanın giydirildiği bir okulu ziyaret etmek gibi hissettiriyor. O üniformanın altında kim olduğu önemli değil, nereye ait olduğunu belli eden üniforma sayesinde tektipleşmiş nesnelerin bir kopyasına dönüşüyor kişi. Klişe cümle kalıpları da aynı şekilde, kişinin ne ifade etmek istediğinin önemsenmemesine sebep oluyor. Sonuç olarak da şöyle bir şey çıkıyor ortaya, eğer bir üniversitenin rastgele bir departmanında sınav kağıtları okuyan son 200 yılın rastgele bir eğitimcisiysen, her defasında aynı kağıdı okuyan nesnelerin kopyalarından sadece birisin. 

Üniversite hayatıma dair neredeyse hiç anım yok. Var olan üç-beş kırıntıdan bir tanesi, geleceği sürdürerek mezun olamamış felsefecilerden bir tanesinin ölüm döşeğinde olan insanlara olan eleştirisine karşı bir eylem geliştirmesiydi. Olay özetle şu şekilde, Türkçe, yüklemi sonda olan bir dil, bu sebeple ölen kişi son dileğinin asıl önemli olan kısmını dile getirmeden son nefesini veriyor. Bu da geride kalan ailesine büyük bir ızdırap. Ailenin son vasiyeti yerine getirebilmesi için o eylem cümlesini duyması lazım. Baştaki cümle betimlemelerinin yüklemsiz bir anlam ifade etmiyor oluşu, büyük bir kalabalık yaratıyor. Bu sebeple dilde bir reform olarak yüklemi başta kullanmak bir çözüm olabilir. Mezun olamamış felsefecimiz de bu reformu sınav kağıtlarından başlatmayı düşünmüş. Sınav kağıtlarını yüklemi cümlenin başına getirdiği devrik cümleler ile doldurmuş. Etkileyici..

Bir de küçük yaşlarımdan hatırladığım bir hikaye var. Bu sanırsam ki bir roman. Henüz okumadım. 5-6 yaşlarında iken bana anlatılmıştı. Kibritçi Kız dışında hatırladığım tek hikaye. Küçükken her zamankinden daha otistik olduğum için yeni hikayeler dinlemek yerine her gece Kibritçi Kız'ı dinlerdim. Hem de sonu mutlu biten bir versiyonunu. Yine de umuyorum ki manifesteyşınn olarak çalışmamıştır. Romandaki hikayeyi özetleyecek olursak, Bir kız var, okulda şiir yazma ödevi veriliyor ama o çok güzel bir deneme yazıyor, ördekler hakkında hikaye yazma ödevi veriliyor o ise keçiler hakkında çok güzel bir şiir yazıyor, sonrasında öğretmeni tarafından zorbalanıyor, yazdığı şeyler çok güzel ve zorbalanmasına rağmen kendi kafasına göre yazmaya devam ediyor.

Yazının buraya kadarki kısmını 2 ay önce yazmışım. Bu sebeple buradan itibaren yazacaklarım yukarıdaki konudan tamamen bağımsız bir dizi bağlantısız konuyu içerecek. Üst partta konu aldığım meseleyi bildiğim için şu an okurken anlamış olmamla birlikte kurduğum cümlelerin context dışı bir okuyucu için fazla anlamsız olabileceğini düşündüm. Günlük hayatta fazla basit hatta a1 türkçe düzeyinde konuştuğumu da daha bu gün fark etmiştim oysaki... 

Bu gün Hegel okurken tam 3 kere sözlük açtım, türkçe sözlük. Dün yeni dünya dini çerçevesinde gelişen sufi-tasavvufi ortam içerisinde geçen bir tartışmayı okurken kulanılan kelimelerin abartısız %60'ını anlamadım. O da türkçeydi. Evet son dönemde gereğinden fazla İngilizce konuşuyorum ama türkçemi kaybettiren şey bu olamaz. İngilizcem de a1 kelimelerinden daha fazlasına geçmiyor zaten. hatta öyle ki, 3 kelimelik bir cümle ile ifade edebileceğim bir durumu 7 cümle ile anlatmam gerekiyor. 

Bilmemiz "gereken" her şey hiçbir şeyden ibaret. İhtiyacımız yok. Hiçbir soyut ideye. Kim başlattı bunu?

Yorumlar