Her Şey Akar

.

.

.

.


Akan bir görüntü düşünün. 



Her saniye, devamlılık içerisinde bulunan bir bütünün, manzaranın farklı bir parçasını görüyorsunuz. Bahsettiğim şey, arabanın ya da trenin koltuğunda oturmak ve öylece sabit bir ufuk noktasına gözleri odaklayarak  değişen görüntüyü seyretmekten ibaret. Aynı yönde ilerleyen bir aracın üzerinde siz sabitsiniz fakat etraf akıyor. Yaşamın günlük karmaşasında farkına varmadığımız bu akış, biz sabitken nasıl da cezbedici biçimde izlettiriyor kendini. Bu eylem bir yerde çamaşır makinasının dönüşüne hipnotize biçimde kendini kaptırmışlık hissi de veriyor. Bunu 'hareketin büyüsü' diye nitelendireceğim çünkü birazdan her fragmanı antik bir büyü gibi zihnimde ışıklar yakan Herakleitos'tan herkesin ezbere bildiği o alıntıyı yazacağım.






"Her şey akar."



Herakleitos bu sözü ile ne ifade etmek istedi kimse bilmiyor. Ne yazık ki herkesin bu cümle ile kastedilen şeyin ne olduğuna dair bir kanısı var. Benim de kendimce bir fikrim vardı. Sonra. Orhan Pamuk'un "Bir gün bir kitap okudum bütün hayatım değişti." dediği gibi ben de bir film izledim ve Herakleitos'un kast ettiği şey bende değişti. Yeni hayatımın ilk günü felan değildi elbette. Öyle kaderimde büyük değişiklikler de olmadı.  Sadece Cengiz Çakmak ekolü ile öğrenmiş olduğum antikçağ felsefesi ve Herakleitos'daki diyalektik düşünce üzerine ezbere bildiğim yorumlar değişti. 


Eveeet gereksiz ayrıntıları geçiyorum ve André Aciman'ın romantik ve dinlendirici olarak sıfatlandırdığım Call Me By Your Name isimli tatlı kitabının 2017 yılında beyaz perdeye aktarıldığı versiyonunda, Oliver karakterimizin "her şey akar" sözü üzerine yaptığı o yoruma geçiyorum:


Oliver'ın söylediği şey, "her şey değiştiği için aynı şeylerle karşılaşmayacağımız" gibi ilk anladığımız açıklaması olmuyor. 



"Bazı şeylerin ancak değişerek aynı kalabileceği..."


 

...yorumlaması Oliver tarafından yapılıyor ve bu düşünce beni yeni bir dünyaya götürüyor. Üzerine çok fazla konuşulabilecek büyük bir laf bu. Bir noktada bu yeni fikir ile Theseus'un gemisi paradoksuna bile bir yanıt verilebilir. Nedir Theseus'un gemisi paradoksu hemen ona bakalım.

 

"Plutark'ın aktardığı Yunan efsanesine göre, Girit'ten muzaffer dönen Theseus'un gemisi Atina'da hatıra olarak uzun süre muhafaza edilir. Zamanla geminin tahtaları çürüdükçe yenileriyle değiştirilir. Öyle ki, bir gün geminin değiştirilmedik hiçbir parçası kalmaz. Bu durumda gemi hala Theseus'un gemisi sayılır mı, yoksa başka bir gemi haline mi gelmiştir?"


Oliver'ın Herakleitos'a yaptığı yorum ile değerlendirdiğimizde bu paradoksa bir cevap bulabiliyoruz. Ancak değişerek aynı kalınabiliyor ise, gemi de her ne kadar değişime uğramış olursa olsun hala aynı gemidir. Buraya kadar her şey yolunda. Oliver'ın Herakleitos'a yaptığı yorum ile değerlendirdiğimizde bu paradoksa bir cevap bulduk fakat çok büyük de bir problem ortaya çıkardık. Şöyle ki, bu paradoksa Oliver'in yorumunu katmadan Herakleitos felsefesi üzerinden bir yanıt aradığımızda çok zıt bir sonuç çıkıyor karşımıza. Bu sefer, her şeyin akıyor yani "varlığın sürekli değişiyor" olması sebebi ile "Theseus'un gemisi daha atinaya vardığı günün ertesinde farklı bir gemi olmuştur." cevabıyla karşı karşıya kalıyoruz. 


İkisi de Herakleitos. Ortada iki zıt fikir var. Biri Oliver'ın Herakleitos'u, diğeri ise felsefe tarihçilerinin Herakleitos'u. Aslında sadece öznelliklerimiz var. Bir filozofa gönderim yapıyor olmamıza rağmen ondan hiç bir gönderme almıyoruz. Zihnimizin kalıpları içerisinde ötekinin sözlerini yorumluyor, bu kalıplar çerçevesinde sonuçlara varıyor ve inançlarımız dışına adım atamıyoruz. 


Buradan kanılarımız içinde boğulduğumuz ve bunun farkında bile olmadığımız sonucunu çıkartarak bu bahsi kapatıyorum. Her ne kadar paradokslar üzerine konuşmanın büyük bir eylencesi olsa da devamlı kısırdöngüye takılıp laf kalabalıklığına döndürüyoruz muhabbeti. Herakleitos'un "her şey akar" sözünü üzerine tartışmayı burada bitirerek yerine daha çetrefilli olan,



 "Çemberin başı da sonu da birdir."


 

sözü üzerine bazı fikirler ortaya atmak isterdim. Şimdilik bu karmaşadan kaçarak sakin, belki de melankolik bir Yeni Türkü şarkısı ardına saklanacağım. Şöyle diyor 'Çember' parçasının girişinde:



"Ya dışındasındır çemberin

Ya da içinde yer alacaksın"


Geometride ve felsefede çembere dair başı, sonu, çapı gibi bolca mekanik terimler bulunuyor olsa da, gerçek yaşamda çemberin bir içi bir de dışı vardır. İçinde "olmak ya da olmamak" işte hayat bu.


Bir şekilde bu yazıyı Tom Rosenthal'ın Go Solo şarkısına getirecektim. Görüldüğü üzere çember konuşmaya başladım. Yeni Türkü'ye daldım ve çemberin dışında yaşadığımı da kanıtladım sanki. Bir şekilde, bu şekilde daldan dala atlayarak hayatın eğlencesini yakaladığımı düşünüyorum. Çemberin dışında kalan ve içinde kalan kısmımın birbirine orantısını bilmiyorum. Ortada kontrol dışında değişen bir dünya var, ki bu basit ölçüde zaman olarak adlandırılabilir. Bahsini açtığımız zamanın olanaklı dünyalarının birinde, ilerleyen bir "ben" var. Her şey değişiyor, dönüşüyor ve gerçekliği kanıtlanamaz olsa da tek gerçek "go solo" cinsinden bir eylemde var oluşu tadıyor. Rosenthal'ın da o tatlı melodiyle dediği gibi:



"I go solo, oh I go solo

I'm making my way home, I'm making my way"



Karmaşanın alakasızca hüküm sürdüğü yazının sonunda bahsettiğim bu klip, yazının ilk paragrafını imgelememe sebep olan tetikleyicinin kendisiydi. Bu yazı da çember gibi başı da sonu da bir olabilecek bir duruma evrildi. Go Solo şarkısının klibindeki gibi,


Akan bir görüntü düşünün.


Yorumlar