Foucault

.
.
İnsanların zamanla fikirlerinin değişmesi, olgunlaşması ve hatta bambaşka kulvarlarda ilerlemesi beklenir. Yaşamın her günü aynı düşünce yapısını takip etmek, kişinin değişerek gelişme yeterliliğini yok saymaktır. Bu da boşa yaşanmış bir hayat getirir. Her günün bir öncekinden ayırt edilebilmesi ancak olaylara bir önceki günden farklı bir gözle bakmak ile olur. Aynı deneyimsel davranışları bambaşka perspektiflerle yaşayarak deneyimini çeşitlendirmekle olur. Böylece her gelecek gün yaşamaya değer ve merakla beklenen bir bilinmezliğe dönüşür. 

Fikirlerin değişebileceğini kabul etmek teoride çok kolay olsa da, benim gibi radikal savunucu bir karakter yapısına sahip insanlar için bazen beklenmedik olabiliyor. Geçen ay içerisinde Foucault hakkında aldığım bir soru üzerine, Foucault’un temel düşünce yapısından ve fikirlerinden bahsetmem gerekti. Cümleye Foucault’nun kendisinden hiç haz etmediğimi ve fikirlerinin benimki ile tamamen zıt olduğunu söyleyerek başladım. Birkaç öznel ve kişisel yorumumu da katarak post-moderniteye bakışı, yeni insan soyu ve etik hakkındaki birkaç düşüncesine niye katılmadığımı anlatarak devam ettim. 

Tam bu sırada korkunç bir boşluğa dalış anım oldu. Zihnimdeki nöronların yanma hissini hissettiğimi söyleyebilirim. Foucault’ı en son üç yıl önce okumuştum. Fikirlerine katılmadığım dönem de tam olarak o dönemdi. Sonrasında kendisiyle karşılaşmadığım ve üzerine düşünmediğim içim bu süreçte yeniden analiz etmemiştim hiç. O an ise fikirlerini anlatmaya başladığımda, tam olarak Foucault gibi düşündüğümü fark ettim. Radikal düşüncelerimdeki değişim beni şoka uğratmıştı. Foucault’u kendine çok uzak gören ve haklı gerekçeler ile düşüncelerine karşı çıkan ben, üç yılın sonunda Foucaulta dönüşmüştüm. 

Bu durum beni yeniden Foucault okuma isteğine yöneltti. Başlayacaktım ama nereden? Bu son dönemde fenomenoloji ile ilgili yaptığı okumalar, bazı noktalarda çok büyük bilgi açığım olduğunu fark ettirmişti. Boş bir şekilde değil, daha derin bir bilgi deposu ile okumam gerekiyordu bu sefer çünkü üç yılda değişen fikirlerimi eski kendime daha sağlam savunabilmeliydim. Böylece yeniden düşüncelerimi radikalleştirerek yaşarken hayatıma uygulayabilecektim. Yaşama uygulanan fikirler de bana anlamlı ve üzerine düşünülmüş bir hayat getirecekti. Bunun sonu da kendinden eminlik, öz sevgi ve dolayısı ile hatadan uzak, mutluluğa yakın bir hayat…

Başlangıç noktam olarak Frankfurt Okulu üzerine okuma yapmayı seçtim. Frankfurt Okulu, Eleştirel Teori, Habermas, Adorno, Horkheimer ile başlayacağım küçük bir liste yaptım. Önce bu listeyi bitireceğim ve sonrasında Foucault’ya geçeceğim. Bu süreçte kimlik ve bedenlilik üzerine okumaları sürdüreceğim. Biraz Ponty, biraz Levinas ve sonrasında biraz Arendt… Okumayı fazla sıkıcı bulduğum Derrida’yı da bir yere sıkıştırmam gerekecek. 

Okuma sürecim keyifli bir yolculuğa dönüşecek gibi fakat son dönemlerdeki ruh halim ile tamamlayabileceğime dair büyük bir korku yaşıyorum. Başlama planımın üzerinden bir ay geçmesine rağmen az önceki dakikalarda başladım ilk kitabıma. Zihnimin durulduğu ilk anda ise bu yazıyı yazıyor buldum kendimi. Belki öğrendiğim konular üzerinden ilgi çekici noktaları paylaştığım bir blog serisi olarak devam ederim. Bu şekilde motivasyonumu sağlarım. Belki de benimle birlikte bu listeyi okuyacak insanlara ulaşır ve bu şekilde motive olurum. 

Tamamlayamasam bile, başlamış olmanın haklı gururu yeter diyor ve tamamlamak için yaşadığım süreç boyunca bir şansım olacağını söyleyerek, çoook uzun süre sonra gelen ve 500 kelimeye ulaşan bu sıkıcı blog yazımı tamamlıyorum. 



Lütfen fikirlerinizi değiştirmekten, onları gerekçelendirerek savunmaktan, yanlış bulduklarınızı eleştirmekten, ve herkese saygılı olmaktan, 

bi de en önemlisi düşünmekten ve düşündüklerinizi paylaşmaktan 

korkmayın 

Sevgilerimle,


Yorumlar